Su kadar aziz olasın der atalarımız. Memleketimizin su kaynakları atıl vaziyette beklerken, şairin bu dizeleri aklıma düştü. Kümbetten Alucra’ya doğru giderken , yolun sağında ve solunda oldukça kuvvetli akan su kaynakları ya da pınarlar vardır. Eskilerin çeşme dediklerinin , düzensiz akanları gibi. Ne zaman baba yurduna yola çıksam , o suların başında bir süre dururum. Suyun sesini dinleyerek rahatlarım. Bir nevi terapi.
Kuran’da Vakıa suresinde de suya önem atfeden bir vurgu vardır. Atalarımızın yerleşirken aradıkları yer özelliklerinden biri de suyun bulunmasıdır. Ortalama bütün Türk boyları suyun akışına göre yerleşmişlerdir. Şahısların suyu bulması ve adlandırması da çok önemli bir olaydı. Kulakkaya yolundaki Despot’un suyu gibi. Şimdilerde ki gibi , suyun satılması diye bir olay yoktu ! Aziz olan su , satılır olduktan sonra bozuldu da.
Su edebiyatımızda da çok yer tutar. Su Kasidesi bunun veciz örneğidir. Naat örneği olan metin , Peygamberimizi çok güzel anlatan bir bağlama sahiptir. Fuzulî ustanın kaleminden çıkan metin hala dillerde ve bir numara okunurluğu olan bir üründür. Suyun modern zamanlardaki kullanımı meselesi de , savaş sebebi olacak kadar sorunludur. Nehirlerimizin ve su kaynaklarımızın stokları bizden çok komşularımızı ilgilendirir hale gelmiştir.Bu da ayrı bir politik sorun olarak duruyor.Su kullananındır kuralı hala bakidir.
Suya bir medeniyet ve kültür unsuru olarak bakarsak daha doğru yapmış oluruz. Temizlik ve var olma meselesi olan su , atalarımız tarafından bir şehir meselesi olarak da görülmüştür. Uygarlık götürdükleri her şehri kurarken, önce bir imparatorluk işareti meydan, sonra onu diri tutacak bir sebili ya da çeşmeyi inşa etmişleridir. Padişah hanımlarının en büyük özelliği de beylerinin ele geçirdiği yerlere sebil ya da çeşme yaptırmaları olmuştur. Yabancı dostlarımız dahi bize hediye çeşmeler yapmışlardır. Alman çeşmesi, Rus çeşmesi adıyla sayısız çeşme Anadolu’da mevcuttur.
Evlerimizde de çeşme ve avlu fikri hala iyi yer tutar. Meydanın küçük hali avludur. Evlere ve kapılara akar su bırakma düşüncesi biraz da sevap içerir. Gelen geçen çeşmeden su içsin, gerekirse dinlensin. Kapısız bir alanda bu işler yapılsın, sonra da yola devam edilsin. Hanların kuruluş fikri de biraz suya dönüktür. Tüm hanlar suya yakın ya da dere üstü tepelere inşa edilmiştir.
İnsanın suyla imtihanı doğumla başlar. Anne rahminde yüzen insanoğlu doğuştan su fikriyle sabitlenmiştir. Sonradan suyla ilişkisini bir alacak verecek meselesine çeviren insanlar bilirim. Suya hürmetsiz ve israfına göz yuman bir kafa yapısı doğru değil. Su akar,Türk bakar atalar sözü artık kullanılmamalı. Sular akmalı lakin , bakmamalıyız. Ekonomisi olan suyu artık bir mühendislik aracı yaparak; tasarruflu ve iyi kullanmalıyız. Ne kadar uygar olduğunuz da suyu kullanmadan belli olur.
Gelişmişlik ölçüleri artık değişti. Tuvalet kağıdı kullanmanız , peçete tüketmeniz , kişi başına su stokunuz , artık bir gelişmişlik işaretidir. Dikkatinizi çekerim, su stokunuz azalıyor.Yani temizlik haliniz burada gizli. Kişi başına israf etmediğiniz su kullanımı yüksekse, siz çağdaş ve ileri bir toplum oluyorsunuz. Tüketiminiz israfa dönük ve boş yere su akıtıyorsanız çevreci kaygılarınız yok demektir.
Camilerimizdeki su şadırvanları da çok iyi düşünülmüş su alanlarıdır. Hesaplı ve bilerek yapılmış ve havuzlarıyla kuşlara dahi ‘çimme’ alanı bırakılmıştır ! İnceliğe bakar mısınız? Ya o şadırvan resimleri ya da minyatürlerindeki estetik. Şadırvanlara yazılan şiirlere ne demeli? Yazımızı güzel bir “Su” şiiriyle bitirelim : “Su kesiksiz hareket, zikir, ahenk, şırıltı; /Akmayan kokar diye esrarlı bir mırıltı.// Kâh susar, kâh çırpınır, kâh ürperir, kâh çağlar; / Su, eşyayı kemiren küfe ve pasa ağlar.//Su duadır, yakarış, ayna, berraklık, saffet; / Onu madeni gökte altınlar gibi sarfet! N.F.K”
Su gibi geçen hayatlara inat , su kadar aziz olasınız ey okuyucu. Kalın güzelliklerle.
İsa Çolaker