Üçüncü bin yılda yaşamın daha teknik olacağının konuşulduğu bir çağda yaşıyoruz. Gece fesbukla sağlanan gönül bağımız , ilerleyen zaman diliminde telefonla birleşerek hızla tekno bir yaşama dönüşüyor. Tivit atmakla süren ve arkadaş olmanın unutulduğu bir akıntıya doğru gidiyoruz. Mesajın yaşamı teslim aldığı , daralmış bir yaşamı adımlamayı sürdürüyoruz . Tam da bu noktada yaşamımız , teknodramatikleşiyor .
Bu kısır döngünün adını , tekno dramatik yaşamlar olarak koydum. İnsan sevdikleriyle dost olur derdi eskiler, tekno insanlarsa , aletlerle dost olmaya başladılar! İyi kullanıldığında insana hizmet eden bu aygıtlar, yanlış ellerde birer soysal hayat düşmanı insanı oluşturdular. Artık sosyopat bir toplum yaşamına doğru evriliyoruz . Sosyal yalnız bir insan topluluğuna doğru gidiyoruz . Hak ne getirir , bilemiyorum ? İnsanların dostlarına göre tanımlandıkları dönemden , insanları alet ve edevatlarına görev tanımladıkları vahşi bir düzene doğru gidiyoruz !
Eşyaların özne oldukları ortamda , insan hiçbir zaman özgür olamaz ! Bu da bizi birer sosyal yalnız yapar.Tekno yaşamları olan bireyler, hayal kuramaz hale bile gelebiliyorlar. Dostlarından uzaklaşanlar da ,yaşamdan uzaklaştıklarının farkında değillerdir. Öyle olamasa adamın tek arkadaşı bilgisayarı ya da mesaj atan telefonu olur mu? Aletlere teslim olmuş bir insan hayatı , ne de zordur . Anlaşılmaz olan da budur ! Nesneleri yerinde ve anlamlı kullanamazsak , onların oyuncağı olan ruhlarımız , bedenimizi teslim alacaktır .
Teknodramatik hayata ayak uyduramayan bireylerse , artık zamanın çöplüğüne giden kişilikler gibi algılanmaya başlıyorlar… Edebiyattan anlıyor musun , arkadaşınla yemeğe çıkabiliyor musun , ezbere dua okuyabiliyor musun , hiç aşık oldun mu , bir mısra patlatabilir misin soruları bu insanlara ağır geliyor.Ya biz bu insanlara fazlayız ya da onlar üçüncü bin yıla hazır da , biz yaya kaldık…Kendine dönen insanın , tekno yaşamlara ve aşırı moderniteye yenik düşmeyeceğini düşünüyorum .
Bu tekno yaşamlara inat ; Yunus , Akif, Mevlana ,Karakoçlar bizim olsun. Bilgisayarların soğuk yüzü ve aletlerin loş dünyaları onların olsun. Bakalım hangimiz tarihe kalacak ve duygulara tanık olacağız? Tabii ki , sanat ve edebiyat ,tarih ,felsefe, din bizi daha bir yaşama ve gerçeğe taşıyacak. Onun için diyorum ki ; haydi şiire ve sanata koşunuz , tekno yaşamlara inat , öz yaşama doğru adım atalım. Hislerimizi yedekleyerek , zamana ve mekana kafa tutmaya çabalayalım .
Hayatında insan biriktirenler,yaşamı daha anlamlı kılan yaşam çizgisine sahip olanlardır. Yoksa , para kazanmak ve çıkar dostlukları kurmak insanı daha kısa yoldan ekonomik yapabilir. Fakat, bu ekonomik kazançlar ikbale ve koltuğa giden yolu açsa da , insanlığa ve vicdana giden yolu kapatır.Vicdanı körleşen toplumun cinayetleri bile, vicdansızca ve çok tekno(..)olabiliyor. Parçalanmış modern yaşamın romanları da artık , vampir ya da polisiye olamaya doğru gidiyor.
Tekno bir hayata karşı önerilerim de var , tabiî ki : İtirazı olanların önerileri yoksa , bu da bir başka yaşam tarzı dayatması olur.Onun için diyorum ki:
1.Arkadaşlıkları yenileyelim.
2.Size zarar veren insanlardan usulca ve sufice uzaklaşalım.
3.Bolca okuyalım
4.İlim çevrelerine yakın duralım.
5.Teknolojiyi anlamlı ve sade kullanalım.
6.Evimize ve işyerimize iyi bir kitaplık kuralım.
7.Bizi geliştirecek insanlarla dost kalalım.
Tüm bunlar yapmak için titr ya da okur-yazar olmak dahi gerekmez . Sadece gönül adamı ve Necip Fazıl’ın dediği gibi inanmış olmak yeter.Yeter ki inanalım. İyiliklerin düşünülmeden yapıldığını ve aniden(içten)geliştiğini düşünürsek , kötülüklerin projeli olduğu verili yapılara karşı direniriz. Bu da bizi tekno yaşamın karşısına konuşlandırmaya yeter. Dolayısıyla yaşam dostlarla güzelleşmeye devam eder. Bu kadar teknik bir yazıdan sonra,güzel bir derviş şiiri güzel olur.Niyazi Mısri üstadın bir dostluk şiiriyle bitirelim: “Nadanı terk etmeden, yaranı arzularsın / Hayvanı sen geçmeden insanı arzularsın / Men arefe nefsehu kad arefe rabbehu / Nefsini sen bilmeden Sübhan’ı arzularsın .” Evet , nefsine yenik düşen insan , biraz da nesneye yenilen birey değil midir ? Aynen .
İsa ÇOLAKER
Üçüncü bin yılda yaşamın daha teknik olacağının konuşulduğu bir çağda yaşıyoruz. Gece fesbukla sağlanan gönül bağımız , ilerleyen zaman diliminde telefonla birleşerek hızla tekno bir yaşama dönüşüyor. Tivit atmakla süren ve arkadaş olmanın unutulduğu bir akıntıya doğru gidiyoruz. Mesajın yaşamı teslim aldığı , daralmış bir yaşamı adımlamayı sürdürüyoruz . Tam da bu noktada yaşamımız , teknodramatikleşiyor .
Bu kısır döngünün adını , tekno dramatik yaşamlar olarak koydum. İnsan sevdikleriyle dost olur derdi eskiler, tekno insanlarsa , aletlerle dost olmaya başladılar! İyi kullanıldığında insana hizmet eden bu aygıtlar, yanlış ellerde birer soysal hayat düşmanı insanı oluşturdular. Artık sosyopat bir toplum yaşamına doğru evriliyoruz . Sosyal yalnız bir insan topluluğuna doğru gidiyoruz . Hak ne getirir , bilemiyorum ? İnsanların dostlarına göre tanımlandıkları dönemden , insanları alet ve edevatlarına görev tanımladıkları vahşi bir düzene doğru gidiyoruz !
Eşyaların özne oldukları ortamda , insan hiçbir zaman özgür olamaz ! Bu da bizi birer sosyal yalnız yapar.Tekno yaşamları olan bireyler, hayal kuramaz hale bile gelebiliyorlar. Dostlarından uzaklaşanlar da ,yaşamdan uzaklaştıklarının farkında değillerdir. Öyle olamasa adamın tek arkadaşı bilgisayarı ya da mesaj atan telefonu olur mu? Aletlere teslim olmuş bir insan hayatı , ne de zordur . Anlaşılmaz olan da budur ! Nesneleri yerinde ve anlamlı kullanamazsak , onların oyuncağı olan ruhlarımız , bedenimizi teslim alacaktır .
Teknodramatik hayata ayak uyduramayan bireylerse , artık zamanın çöplüğüne giden kişilikler gibi algılanmaya başlıyorlar… Edebiyattan anlıyor musun , arkadaşınla yemeğe çıkabiliyor musun , ezbere dua okuyabiliyor musun , hiç aşık oldun mu , bir mısra patlatabilir misin soruları bu insanlara ağır geliyor.Ya biz bu insanlara fazlayız ya da onlar üçüncü bin yıla hazır da , biz yaya kaldık…Kendine dönen insanın , tekno yaşamlara ve aşırı moderniteye yenik düşmeyeceğini düşünüyorum .
Bu tekno yaşamlara inat ; Yunus , Akif, Mevlana ,Karakoçlar bizim olsun. Bilgisayarların soğuk yüzü ve aletlerin loş dünyaları onların olsun. Bakalım hangimiz tarihe kalacak ve duygulara tanık olacağız? Tabii ki , sanat ve edebiyat ,tarih ,felsefe, din bizi daha bir yaşama ve gerçeğe taşıyacak. Onun için diyorum ki ; haydi şiire ve sanata koşunuz , tekno yaşamlara inat , öz yaşama doğru adım atalım. Hislerimizi yedekleyerek , zamana ve mekana kafa tutmaya çabalayalım .
Hayatında insan biriktirenler,yaşamı daha anlamlı kılan yaşam çizgisine sahip olanlardır. Yoksa , para kazanmak ve çıkar dostlukları kurmak insanı daha kısa yoldan ekonomik yapabilir. Fakat, bu ekonomik kazançlar ikbale ve koltuğa giden yolu açsa da , insanlığa ve vicdana giden yolu kapatır.Vicdanı körleşen toplumun cinayetleri bile, vicdansızca ve çok tekno(..)olabiliyor. Parçalanmış modern yaşamın romanları da artık , vampir ya da polisiye olamaya doğru gidiyor.
Tekno bir hayata karşı önerilerim de var , tabiî ki : İtirazı olanların önerileri yoksa , bu da bir başka yaşam tarzı dayatması olur.Onun için diyorum ki:
1.Arkadaşlıkları yenileyelim.
2.Size zarar veren insanlardan usulca ve sufice uzaklaşalım.
3.Bolca okuyalım
4.İlim çevrelerine yakın duralım.
5.Teknolojiyi anlamlı ve sade kullanalım.
6.Evimize ve işyerimize iyi bir kitaplık kuralım.
7.Bizi geliştirecek insanlarla dost kalalım.
Tüm bunlar yapmak için titr ya da okur-yazar olmak dahi gerekmez . Sadece gönül adamı ve Necip Fazıl’ın dediği gibi inanmış olmak yeter.Yeter ki inanalım. İyiliklerin düşünülmeden yapıldığını ve aniden(içten)geliştiğini düşünürsek , kötülüklerin projeli olduğu verili yapılara karşı direniriz. Bu da bizi tekno yaşamın karşısına konuşlandırmaya yeter. Dolayısıyla yaşam dostlarla güzelleşmeye devam eder. Bu kadar teknik bir yazıdan sonra,güzel bir derviş şiiri güzel olur.Niyazi Mısri üstadın bir dostluk şiiriyle bitirelim: “Nadanı terk etmeden, yaranı arzularsın / Hayvanı sen geçmeden insanı arzularsın / Men arefe nefsehu kad arefe rabbehu / Nefsini sen bilmeden Sübhan’ı arzularsın .” Evet , nefsine yenik düşen insan , biraz da nesneye yenilen birey değil midir ? Aynen .
İsa ÇOLAKER